Çağdaş demokratik rejimlerde seçimler, sadece oy verme işlemiyle sınırlı olmayan, çok boyutlu bir denetim ve katılım sürecidir. Bu sürecin temel amacı, yöneticilerin halk iradesine dayalı şekilde belirlenmesini sağlamak ve yönetenlerin hesap verebilirliğini tesis etmektir. Modern demokrasi anlayışına göre bir seçim, yalnızca sandığın kurulmasıyla değil; o sandığın denetlenebilirliği, şeffaflığı ve toplumsal güvenilirliğiyle meşruiyet kazanır.
Seçimlerin adil yapılıp yapılmadığını denetleyen iki temel organ bulunmaktadır: Bağımsız yargı ve özgür basın. Yargı, seçim sürecindeki hukuki ihlalleri değerlendirerek yasal çerçevenin korunmasını sağlar. Seçim kurulları, adaylık süreçlerinden oy sayımına kadar tüm aşamaları denetlemekle yükümlüdür. Ancak bu kurulların bağımsızlığı, seçimlerin adaleti açısından kritik öneme sahiptir.
Basın ise kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini ve seçim sürecinin şeffaf biçimde yürütülmesini güvence altına alır. Medyanın özgür olmadığı toplumlarda, seçim propagandası tek taraflı hale gelir ve seçmenin iradesi gerçeklikten kopar. Bu nedenle demokratik seçimlerin işlerliği, ifade özgürlüğüyle doğrudan bağlantılıdır.
Günümüzde birçok ülkede, seçimlerin sadece teknik olarak değil, yapısal olarak da adil olup olmadığı sorgulanmaktadır. Aşırı partizan yargı organları, iktidar kontrolündeki medya yapıları, baskıcı seçim kampanyaları ve eşit olmayan kaynak dağılımı gibi sorunlar, demokrasinin içinin boşaltılmasına yol açabilmektedir.
Çağdaş demokrasilerde seçim; katılım, denetim, hesap verebilirlik ve çoğulculuk ilkeleriyle birlikte değerlendirilmelidir. Salt çoğunluğu elde etmek değil, azınlıkların haklarını koruyan ve herkesin eşit koşullarda yarışabildiği bir sistem kurmak, demokrasinin gerçek güvencesidir. Türkiye'nin demokratikleşme sürecinde bu ilkelerin güçlendirilmesi, seçimlerin sadece teknik bir prosedür değil, toplumsal meşruiyet zemini olduğunu hatırlatmaktadır.