İngiliz güdümündeki siyasal İslam hareketinin başlangıcı, 19. yüzyılda Arap Milliyetçiliği ile şekillenmiş ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çalkantılı dönemlerinde ideolojik bir dayanak olarak benimsenmiştir. 2. Meşrutiyet döneminde II. Abdülhamid’in panislamist politikaları ile bu hareket, “İttihad-ı İslam” anlayışı altında hız kazanmış, Batı emperyalizmine karşı birlik arayışları İslam dünyasında siyasi bir hat oluşturmaya başlamıştır.
Bu ideolojik yönelim, Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte sekülerleşme süreciyle çatışmaya girmiş; ancak 1950 sonrası çok partili dönemde yeniden canlanmıştır. Soğuk Savaş atmosferinde Batı’nın da desteğini alan muhafazakâr siyaset, siyasal İslam’ı sadece bir inanç meselesi değil, aynı zamanda bir yönetim biçimi olarak da yeniden inşa etmeye başlamıştır. Bu süreçte Türkiye’nin yönü, Batılılaşma ile İslam dünyasına entegrasyon arasında zikzaklar çizmiştir.
2000’li yıllarla birlikte siyasal İslam, sadece ideolojik bir duruş değil, aynı zamanda bir devlet aygıtına dönüşmüştür. Kurumlar, kadrolar, medya ve eğitim sistemi bu ideolojik doğrultuda yeniden yapılandırılmış, Türkiye’nin yönü Batı ile entegrasyon yerine Orta Doğu merkezli bir pozisyona kaymıştır. Bu değişim, dış politikada “eksen kayması” olarak tartışılmış, içeride ise kuvvetler ayrılığı, basın özgürlüğü ve hukuk devleti ilkelerinde ciddi aşınmalar yaratmıştır.
Günümüzde Türkiye, bir yandan NATO ve Avrupa Birliği gibi Batılı yapılarla ilişkilerini sürdürmeye çalışırken, diğer yandan Rusya, İran ve Körfez ülkeleriyle kurduğu stratejik bağları artırmaktadır. Bu çelişkili dış politika duruşu, aslında Türkiye'nin yönünün ne olduğu sorusunu tekrar gündeme taşımaktadır: Türkiye Batı’ya mı, yoksa Doğu’ya mı yönelmiştir? Yoksa her iki yönü aynı anda taşıyan, kimliksel bir ikilemin içinde mi sıkışmıştır?
Rotası değişen bir Türkiye, sadece dış politikada değil; hukuk, eğitim, ekonomi ve toplumsal yapı gibi alanlarda da derin etkiler bırakmaktadır. Yeni kuşakların hangi değerlerle yetiştirileceği, devletin ideolojik çerçevesi ve toplumsal uzlaşı alanları bu yön değişiminin en kritik bileşenleridir. Bu nedenle bugünün siyasi tercihleri, yalnızca bugünü değil; gelecekteki Türkiye’yi de biçimlendirecek güçtedir.